didem kanca üstay

  • Kilo problemi yaşadığım on beş yıl boyunca ruh halimin her gün tartıdaki sayıya göre değişmesinden ve günlük mutluluğumu tamamen bir sayıya bağlayarak yaşıyor olmaktan o kadar çok yorulmuştum ki... Kilom düşük çıktıysa ne güzel, o gün dünyanın en mutlu insanı olurdum ama yüksek çıkıyorsa moralim hemen bozulurdu ve kendimi daha çok yemeye verirdim. Kilo vermek için denemediğim yöntem kalmamıştı. Bu alanda eğitim almaya işte böyle karar verdim.

    Aşağıdaki yazı Ayten Serin'in benimle yaptığı ve 14 Aralık 2008'de Hürriyet gazetesinde yayınlanan röportajıdır. 

  • Ebeveynlerden birisinin bile kilolu olmasının kendi çocuklarının da ileride kilolu olma riskini yükselttiğini biliyor muydunuz? Normal kilodaki anne-babaların çocuklarında ise bu risk çok daha düşüktür.

    Genelde hep çocuklar üzerinde annelerin yemek alışkanlıklarının etkileri ile ilgili çalışmalar yapılırken son yıllarda babalar ve çocuklarıyla ilgili olan çalışmalar üzerine yoğunlaşılmıştır. Babaların çoğu zaman annelerden daha etkili olduğu ortaya çıkınca araştırmacılar şaşkınlıklarını gizleyemediler.

    Avusturalya’da okul çağındaki çocuklar arasında yapılan bir çalışmada kilolu veya obez bir babanın ve normal kilodaki eşinin çocuğunun diğer çocuklara göre kilolu olma riskinin dört kat arttığı gözlemlenmiş.Düşünebiliyor musunuz anne-babadan sadece birisi bile kilolu olduğunda çocuklarda kilolu olma riski dört kat artıyor? Bir de anne-babanın ikisinin de kilolu olduğunu düşünün, bu risk katlanarak artıyor. Bir çok çalışmada anne-babası kilolu olan çocukların %80’inin de kilolu veya obez oldukları saptanmıştır.

    Fransa’da ergenler ve babaları ile ilgili yapılan bir çalışmada ise babaların yemek alışkanlıkları ile ilgili çocukların üzerinde annelerinden daha etkili oldukları saptanmıştır.

    En son Amerika’da 2015 senesinde okul-öncesi (3-5 yaş aralığı) çocuğu olan 150 baba ile yapılan çalışmada babaların en az bir öğünü çocuklarıyla yemeleri ve haftasonları anneyle birlikte çocuklarıyla vakit geçirmeleri şart koyulmuş. Bunun yanı sıra babalar fiziksel aktiviteyi artırmışlar ve porsiyonlarını ufaltmışlar. Çocuklarda birebir fiziksel akitvitede artış ve yemek porsiyonlarında azalma görülmüş. Bundan dolayı babaların da çocukların sağlıklı yaşam ve fazla kiloları üzerindeki belirgin etkilerini yabana atmamak gerekir.

    Babalar! “Nasıl olsa anne çocuğumuza bakıyor. Ben ne istersem yer, içerim, koltukta televizyon karşısında da mayışır kalırım” demeyin.

    Siz çocuğunuza “Kola” içme derken yanında içiyorsanız, “Patates kızartması” yeme derken yiyorsanız çocuğunuzdan bunları yiyip içmemesini bekleyemezsiniz. Çocuk sizden ne görüyorsa onu yapacaktır. Sağlıklı, ideal kiloda ve spor yapan çocuklar istiyorsanız önce kendinizden başlamaya ne dersiniz?!

     

  • Son senelerde hep popüler yiyecekler karşımıza çıkıyor; chia tohumlarıyla zayıflayın, spirulina ile protein ihtiyacınızı karşılayın vs gibi. Hatta ben veganlığın bile zaman zaman sırf bu yiyecekleri satmak için  pompalandığına inananlardanım.  Genelde hem protein hem de antioksidan olarak yüksek olduğu iddia edilen spirulina ve benzeri takviyelerin New England Journal of Medicine klinik dergisinde 4.5 sene boyunca 10,000’den fazla kişiyi takip etmeleri sonucunda hiçbir etkisi olmadığı gözlemlenmiş. 

    Mesela havuçtaki beta-karoten piştiği zaman daha etkili olabilirken domatesin içindeki likopen de benzer şekilde piştiğinde ya da zeytinyağı ile birlikte yenildiğinde daha fazla etki gösterebiliyor. Yani doğadaki bir şeyi ham haliyle almak her zaman da çok iyidir diyemeyiz. Kaldı ki tablet haline getirilen bir gıda ister istemez bir işlemden geçirilmiş oluyor, ne kadar yüzde yüz doğal denilse de! Şöyle düşünün bir tablet en az 3 ay kullanılabiliyor oysa dalından kopardığınız bir domates ancak 3 gün dayanabilir. 

    Spirulina ayriyetten yetiştirme çiftliklerinde de özel olarak üretilmektedir ki ben her türlü yetiştirme çiftliklerine karşıyım. Doğal olarak varsa ne güzel ama doğanın tersine hareket ediyorsak o zaman bu işte bir yanlış var diye düşünüyorum. Zaten bugün çiftlik balıklarının ve diğer çiftlik gıdalarının ne kadar zararlı olduklarıyla ilgili birçok klinik çalışma da bulunmaktadır. 

    Bu yazıyı yazarken kendi kendime dedim ki “Didem, sen bazen belki önyargıyla bu tarz takviyelere bakıyorsun. Öğrencin diyetisyen Pınar Doğan’a da araştırma konusu olarak ver, bakalım o neler bulacaktı?!” 

     

    Pınar’ın kaleminden;

    “Evet bir ‘süper besin’ diye adlandırılan spirulina ve karşımıza çıkan gerçekler. Spirulina mavi yeşil algae (yosun) ailesine ait denizlerimizin süpürgeleri diye adlandırılan canlılardır. Bu özelliklerinden dolayı denizlerimizin tüm ağır metallerini üzerlerinde barındırırlar. Yapılan çalışmalarda spirulina’nın denizlerdeki cadmiyum (denizlerde bulunan en tehlikeli ağır metallerden biri) adı verilen ağır metali temizleme de en çok başarılı olduğu görülmüş. Bu temizlik gücü sayesinde de içeriside toksik (zehirli) maddeler bulundurabilme olasılığı yüksektir. Bu yüzden nereden, nasıl elde edildiği, ne şartlarda yetiştiği çok önemlidir. Spirulina’nın yetiştirme çiftliklerinde de yetiştirildiği bilinmekte ama bununla ilgili de kısıtlı bilgiye sahip olduğumuz ve yaşam şartlarını bilmediğimiz için daha çok araştırılması gerektiği konusu göz önünde durulmalıdır.

    Spirulina protein, vitamin, mineral içerikleri açısından zenginliği ile öne çıkmaktadır. Özellikle de yüksek protein içeriğinden bahsedilmektedir. Eczanelerden yaptığım araştırmaya göre, eczanelerin büyük bir kısmında tek bir marka spirulina bulunmaktadır. Günde 4 tablet alınması önerilen bu gıda takviyesi ile günde 2 gram protein almış oluyoruz. Şimdi kabaca bir hesaplama yapacak olursak;  %90 yağsız et, %10 yağ içeren 30 gram etten yapılan 1 adet köfte 7.5 gram protein içermektedir.  Peki sizce 1 köftenin sahip olduğu proteine ulaşmak için kaç tane spirulina tableti tüketilmelidir?? Yaklaşık 15 tablet ediyor! Yorum ve karar sizin. 

    Aynı zamanda yapılan bazı çalışmalarda paketleme ve kapsülleme işlemleri sırasında vitamin ve mineral kayıpları olduğu da görülmektedir.

    ‘Bu ilaç değil ki, sadece besin takviyesi ,tüketilse ne olur ki?’ diye düşünebilirsiniz kimi zaman fakat bu doğru bir yaklaşım değildir. Lupus, romatoid artrit, multiple skleroz (MS) gibi bağışıklık sisteminin baskılandığı hastalıklarda, bireylerin kullanımı uygun değildir ve kullanıldığı takdirde olumsuz etkiler görülmektedir. Ayrıca fenilketonüri hastalarının da kesinlikle uzak durması gerekmektedir.

    Bu tabletlerle aynı zamanda karaciğerinizi de yorduğunuzu bilin çünkü her türlü ilaç ve takviye metabolizması karaciğerden geçiyor. Yani 3-5 gr protein alacağım diye kendinizi ve karaciğerinizi heba etmenin de bir anlamı yoktur!

     

    Yapılan bir çok çalışma Spirulina’nın sağlık üzerindeki olumlu etkilerinin kanıt düzeyinde olmadığının ve daha çok araştırılmaya ihtiyacı olduğu üzerinde durmaktadır.”

    Demek ki sadece benim değil Pınarcığımın da araştırmalarının sonucunda spirulina bahsettikleri gibi “Süper besin” değilmiş. Lütfen paranız cebinizde kalsın ve siz doğal sebze ve meyve tüketiminize devam edin. Bu tarz takviyeler hem sağlığınıza hem de paranıza dokunacaktır, benden söylemesi ☺ 

     

  • Amerika’da 170’ten fazla yeme bozukluğu merkezi yoga ya da pilates ve benzeri zihin odaklı egzersiz aktiviteleri sunmaktadır. 2006’da yapılan bir çalışmada 18 yatılı yeme bozukluğu merkezinin üçte ikisinin yoga programları sundukları tespit edilmiştir. 10 sene içinde eminim bu rakam daha da artmıştır. Maalesef ülkemizde bırakın bu tarz yerlerde yoga olmasını böyle yatılı merkezlerimiz yoktur. Fakat en azından bu rahatsızlığı çekip iyileşmek isteyenler dışarıda iyi bir yoga eğitmeninden ders almak isteyebilirler. 

    Birçok araştırma yoganın anksiyete ve depresyona iyi geldiğini saptamıştır.  Uzun soluklu yoga yapanların kendileriyle daha barışık oldukları da saptanmıştır.  Yeme bozukluğu olan kişiler yoga sayesinde tekrar vücut farkındalıklarını artırıp kendileriyle yüzleşme cesaretini bulabilirler. Yoga da nefes ve hareket odaklanmak çok önemlidir.  Spor yapan bir kişi o anda odaklanmayabilir. Mesela yürüyüş bandında koşan birisinin televizyon izlemesi veya yüzen birisinin akşama misafire ne hazırlayacağını düşünmesi gibi Yoga da eğer odaklanmazsanız hareketi yapmanız da imkansızlaşır. Yoga da hem zihinsel hem de fiziksel olarak hareketin içinde olmanız gerekir. Diyebilirsiniz “Ben basketbol ya da ne bileyim tenis oynarken de başka bir şey düşünemiyorum” Evet, doğru, fakat oyundaki kazanma hırsı veya kaybetmek de sizdeki yeme bozukluğunu tetikleyebilir. 

    Yeme bozukluğu merkezlerinde genelde hastaların görüşleri şunlardır:

    1. Anksiyete yaşadıklarında (endişelendiklerinde) daha sakin olmayı öğrenebilmek; mesela süpermarkette yeme atağı geldiğinde derin derin nefesler alıp zihnine ve vücuduna konsantre olup sakinleşebilmek.
    2. Öğünlerde daha az endişe duymak.
    3. Açlık ve tokluk duygularını daha iyi hissetmeye başlamak.
    4. Vücutlarıyla ilgili negatif düşüncelerle daha iyi başa çıkabilmek.
    5. Aşırı egzersiz yaparken ya da hiç egzersiz yapmazken orta kararı bulmak.
    6. Vücudunun yapabileceği kapasiteyi kabullenebilmek.
    7. Korkularla yüzleşebilmek.
    8. Hayattan daha çok keyif alabilmek, daha fazla gülmek ve umutlu olmak.,
    9. İnsanlardan daha az uzaklaşmak.
    10. Farkındalığın yükselmesi ve daha az yemek ve vücudunu düşünmek
    11. Derin derin nefesler almayı çoğaltmak.
    12. Yemekleri hazmetmekte zorlandığında bazı yoga pozlarını gerektiği şekilde kullanabilmek.

    Mesela bacaklarından nefret eden yeme bozukluğu olan birisi haftalarca yogada yere bakan köpek “downward dog” hareketini yaparak bacaklarını daha çok sevmeyi, kabullenmeyi ve onları takdir etmeyi öğrendiğini belirtiyor. 

    Hareketler mümkün mertebe yapması kolay hareketler olmalı ki yapamamak herhangi bir stres yaratmamalı. Zaten yeme bozukluğu yaşayanların bir kısmında mükemmel olma hissi çok yoğun yaşanırken bir de onlara yogadaki zor hareketleri yaptırmaya çalışmak rahatsızlıklarını daha da tetikleyebilir. 

    Fakat burada konuyu çok saptırmadan önemli bir noktaya değinmek istiyorum. Günümüzde 3-4 günlük kurslarla herkes yoga ve pilates eğitmeni olmaya başladı. Bu çok tehlikelidir çünkü bu insanlar yoganın felsefesini ve tam anlamıyla anatomiyi bilmeden sadece hareketleri yapabildikleri için kendilerini eğitmen ilan ederler. Benim tanıdığım yoga eğitmenlerinin çoğu meditasyon yapmadıkları gibi yeterli eğitime de sahip değildirler. Bundan dolayı eğitmeninizi araştırırken nereden kaç senede eğitimlerini aldıklarını muhakkak sorunuz. Mesela “fly/aerial yoga” eğitimini ülkemizde birkaç günde hiçbir yoga eğitimi olmadan veriyorlar. Oysa yoga ve pilates eğitmeni olan ablam Süheyla Kanca Finlandiya’ya aerial yoga eğitimine gitmek istediğin dünya çapında onaylı yoga merkezlerinden öncesinde yoga eğitimi almış olmalarını öğrencilere şart koşuyordu. Burada hiçbir temeli olmayan öğrenciler bunu yapan bir kişiden 3-4 günde sertifika alabiliyorlar. Ruhen ve fiziken sağlıklı kalabilmek adına eğitmeninizi iyi ARAŞTIRIN!

    Yeme bozukluklarını düzeltmek, iyileştirmek bir ekip işidir. Bundan dolayı yoga eğitmeniniz, doktorunuz ve diyetisyeniniz hep bağlantı halinde koordine bir şekilde ilerlemelidirler.  Sakın yeme bozukluğunuz varsa tek başınıza grup derslerine katılmaya çalışmayın. İlk olarak özel ders almanızı tavsiye ederim ama maddi gücünüz buna yetmiyorsa o zaman aşağıdaki pozları her gün yavaş yavaş pratik etmenizi tavsiye ederim. 

    Aşağıda yeme bozukluklarında iyi gelen yoga pozlarını orijinal isimleriyle yazacağım. Zaten sıkı eğitimlerden geçmiş yoga eğitmenleri hemen bu pozların hangi durumlarda neden ve nasıl yapılması gerektiklerini anlayacaklardır. 

    1. Mountain Pose 
    2. Down-ward facing Dog
    3. Alternate Nostril Breathing
    4. Legs up the Wall
    5. Wind-Relieving Pose
    6. Supine Twist
    7. Heart Openers
    8. Crescent Moon Pose