ketojenik diyet

  • Didem Kanca Üstay ve Pınar Doğan'ın 17/03/2019 tarihinde basında çıkan yazısı aşağıda yer almaktadır.

    KETOJENİK DİYET NEDİR?

    Ketojenik diyet yüksek yağ, düşük karbonhidrat içeren bir beslenme türüdür. Ketojenik diyet sanki son yıllarda ortaya çıkmış gibi gözükse de uzun yıllardan beri ilaçla tedavi edilemeyen epilepsi hastalarında özellikle çocuklarda atak sıklığını azaltmaya yönelik bir beslenme şeklidir.

    KETOJENİK DİYET NASIL ÇALIŞIR?

    Normalde vücut enerji için ilk karbonhidratı kullanır. Fakat beslenmede karbonhidratı kesince bu sefer vücut enerji almak için sırasıyla protein ve yağ kullanmaya başlar. Ketojenik diyette protein alımı normale göre daha az olduğundan bu sefer karaciğer depolanmış yağı keton cisimciklerine çevirerek enerji için kullanmaya başlar.

    KETOJENİK DİYETİN 7 SAKINCASI

    1. Kişiler ketojenik diyeti yüksek proteinli diyetle karıştırabiliyorlar. Bu sefer vücut enerjiyi proteinden almaya çalışıyor. Bu da sistemde kas kaybına yol açabiliyor. Kas kaybı demek de metabolizmanın yavaşlaması demektir. Bu tarz diyetten çıktıktan sonra kişiler verdikleri kiloları katlanarak alabilirler. Aynı zamanda böbrek sorunları da yaşanabilir.
    2. Lifli gıdalar tüketilmediğinden ciddi bağırsak sorunları yaşanabilir.
    3. Yüksek yağlı bir diyet tarzı olduğundan LDL (kötü kolesterol) yükselebilir ki bazı çalışmalar da bunu desteklemektedir.
    4. Karaciğere fazla yüklenme olduğundan özellikle karaciğerinde sorun olanların ciddi rahatsızlıklarla karşılaşmaları söz konusu olabilir.
    5. Besinlerde kısıtlanmaya gidildiğinden vücutta vitamin/mineral eksikliklerinin oluşması çok büyük olasılıktır.
    6. Beyin glikoz ile çalışır. Bu tarz diyetlerde beyin fonksiyonları yavaşlayabilir ve kişilerde kafa karışıklığı, asabiyet ve benzeri semptomlar görülebilir.
    7. Amerikan Kardiyoloji Konferansında 22 yıl süren bir çalışmanın sonuçlarına yer verildi. Bu çalışmada düşük karbonhidratlı diyetleri uygulayanlarda kalp ritim bozukluğuna daha fazla rastlandığı görüldüğü belirtildi. Kalp ritm bozuklukları kişileri felçten ölüme kadar sürükleyebilen ciddi bir rahatsızlıktır.

    Ketojenik diyet yapanlar diyet zamanı bittikten sonra hızla kiloları geri almaya başlıyorlar çünkü hiçbir kalıcılığı yoktur. Aynı zamanda uzun vadede etkileri üzerine hiçbir çalışma bulunmamaktadır.

    Çok komplike düşünmemek gerek: Bir bebek doğduğunda anne sütü emerken karbonhidrat, protein ve yağ üçlüsünü aynı anda alır çünkü vücudun fizyolojik mekanizması bunu gerektirir.

    DİKKAT!
    Birçok gıda firması da bu tarz popüler “TREND”lerden faydalanıp “ketojenik diyet” adı altında içleri katkı dolu ürünlerini kişileri zayıflatacak iddiasıyla satışa sunmaktadırlar. İşin acı kısımlarından bir tanesi de kimi doktor ve diyetisyenler de aldıkları komisyon karşılığında bu ürünleri danışanlarına/hastalarına satmakta ya da önermektedirler. Lütfen gıda ürünleri alırken kim ne önerirse önersin kişiler içindekiler kısmını okusunlar. Anlamadıkları içerik varsa o zaman bu ürünlerden uzak dursunlar. Mesela ketojenik olduğu savunulan bir puding paketinin üstünde “İçinde bulunan kinolin sarısı'nın çocukların aktivite ve dikkatleri üzerine olumsuz etkileri bulunabilir” yazısı yer almaktadır. Soruyoruz sizlere: “Kilo vermek için hakikaten tüm bunları para vererek tüketmenize gerek var mıdır?” Tabii ki yok. Hem paranızdan hem de sağlığınızdan olmak istemiyorsanız paketli tüm ürünleri alırken içindekiler kısmını okuyunuz ve katkı maddeleri olanlardan uzak durunuz.

     

     

     

  • Son moda diyetlerin hep çıkış noktaları “Kilo verdirir” oluyor çünkü en fazla buradan prim yapılıyor. Peki hepsi kilo verdirir mi? 

    GLÜTENSİZ DİYET KİLO VERDİRİR Mİ? GIDA INTOLERANS TESTLERİ

    Son yıllarda gıda intolerans testlerinin çoğalmasıyla etrafınızda birçok kişinin “Benim glutene alerjim varmış. Gluten bana kilo yapıyor”  gibi laflarını işitmiş olabilirsiniz. Peki hakikaten glutensiz beslenme zayıflatır mı? Ama ondan önce acaba bu gluten dedikleri nedir? Birçoğumuz glutensiz beslenirken daha glütenin ne olduğunu bile bilmiyoruz. Gluten; arpa, yulaf ve buğdayın içinde bulunan bir protein çeşitidir. 

    Glutensiz beslenme ile ilgili en güzel çalışmalar çölyak hastaları üzerinde yapılmıştır. Çölyak hastalığı; otoimmün bir rahatsızlık olup glütenin ince bağırsaklara zarar vermesidir. Tüm dünyada ortalama 100 kişiden birinde görülmektedir.  Çölyak hastaları gluten tükettikleri zaman ince bağırsaklar zarara uğrar ve ince bağırsak duvarlarında besinlerin emilimi azalır ya da hiç olmaz. Bu da kişilerin bağışıklık sisteminin zamanla çökmesine neden olur. 

    2013 yılında İngiltere’de yapılan bir çalışmada normal kilosunun ALTINDA olan çölyak hastalarından %69’unun “çölyak teşhisi” konulduktan sonra kilo aldıkları görülmüştür. Aynı zamanda %18 kilolu ve %42 obez olan çölyak hastalarının teşhisten sonra kilo verdikleri tespit edilmiştir.  Oysa 2006 yılında yine İngiltere’de yapılan bir çalışmada çölyak teşhisi konulanların %81’inin kilo aldığı görülmüştür. Bunun gibi daha birçok birbirini tutmayan çalışma vardır.  Bundan dolayı net bir şey söylemek çok yanlış olur. Fakat çalışmalar şunu gösteriyor diyebiliriz; Glutensiz diyet yüzde yüz kilo verdirir diye bir gerçek yoktur. Verdirebilir de, aynı da tutabilir, aldırabilir de... 

    Şunu kesinlikle belirtmem gerekir ki “Glutensiz diyet” demek düşük kalorili diyet demek değildir.
    O zaman tüm çölyak hastalarının incecik ve hiçbirinin kilo sorunu yaşamıyor olması gerekirdi. Sonuçta yediğiniz miktar da ne yediğiniz kadar çok önemlidir. Diyelim ki gluteni çıkardınız diyetinizden ve mısır ekmeği yemeye başladınız. Eğer her gün koca bir mısır ekmeği bitirirseniz, yine kilo veremezsiniz.  Bir de glutensiz adı altında satılan birçok üründe inanılmaz katkı maddesi yer alıyor. Kilo vereceğim diye sağlığınızdan olmayın lütfen. 

    Gluten hassasiyetini çalışmalarıyla ortaya çıkaran Peter Gibson şimdi de esas sorunun glutenden kaynaklanmadığını söylüyor. Peki sorun nedir? Buğday yetiştirilirken üzerine sıkılan kimyasal glifosat! Tabii ki çalışmalar devam ediyor. Bugünün doğrusu yarının yanlışı olabilir. En önemli konu kişinin kendi vücudunu dinlemesidir. Çünkü gluten hassasiyetiyle ilgili yapılan çalışmaların bazılarında bunun psikolojik olabileceği de gözlemlenmiştir. Glifosatın, Dünya Sağlık Örgütü’ne göre olası kanserojen etkisi olmakla birlikte depresyon, diyabet, çölyak hastalığı ve gluten hassasiyetine de yol açabildiği çalışmalar arasında. 

    Son söz olarak, eğer çölyak hastası değilseniz ve gluten hassasiyetiniz yoksa “kilo vermek” için sakın GLUTENSİZ DİYET  ya da “GIDA INTOLERANS TESTİ” sevdasına kapılmayın derim ☺ 

     

    ALKALİ DİYET

    Alkali diyetin savunduğu tez şudur. Kandaki pH yani asit seviyesini düşürmektir. Oysa ne yerseniz yiyin kandaki asit seviyesini etkilemeyecektir çünkü vücuttaki mekanizma kandaki asit seviyesini hep belli noktada tutmaya çalışır.Zaten öyle olmasaydı hepimiz ölürdük
    Bunun yanı sıra alkali diyet sırasında böbrek taşının oluşmayacağı, kasları ve kemikleri kuvvetli yapacağı, kalp sağlığını geliştireceği, Tip2 şeker hastalığı riskini azaltacağı da savunduğu tezler arasındadır. Fakat bunlarla ilgili net sonuçlanmış hiçbir bilimsel çalışma bulunmamaktadır. Sonuçta dünyada birçok bilimsel çalışma Akdeniz diyetinin ne kadar sağlıklı olduğunu kanıtlamışken böyle bir diyet prim getirmeyeceğinden kimse dengeli bir şekilde her türlü gıdayı tüketin demiyor. Ayriyeten alkali diyet önerilirken yanında bir sürü de ek gıda ve takviye satılıyor. Mesela suyu alkali yapan makineler, tabletler vs gibi. Siz siz olun bu tarz oyunlara gelmeyin çünkü bunların sürekliliği de yoktur. Alkali diyet tüm hayvansal gıdaları diyetinizden çıkarmanızı istiyor. Vegan olmaya hazır mısınız? Kaldı ki bugün İsviçre hükümeti vegan ailelere çocuklarını vegan beslemelerini yasakladı. Neden mi? Çünkü çocuklarda ciddi şekilde zihinsel ve fiziksel sıkıntılar görüldü. Bir de bu tarz diyetlerin atladığı en önemli konulardan birisi de hareket etmenin önemi! Sanki sadece tek tip bir beslenme programı bütün hayatınızı değiştirecekmiş gibi lanse ediyorlar.
    Bugün dünyanın en sağlıklı insanlarının yaşadığı Japonya’da alkali diyet ya da glutensiz diyet gibi saçmalıklara yer yok. 

     

    KETOJENİK DİYET

    Çok düşük karbonhidratlı ve yüksek yağ ve protein tüketimi olan diyet türü. Esasında sanki son yıllarda ortaya çıkmış gibi gözükse de neredeyse 100 yıldan beri ilaçla tedavi edilemeyen epilepsi hastalarında özellikle çocuklarda kullanılan bir diyettir. Normalde enerji için vücut ilk şekeri kullanır ya da karbonhidrat da diyebiliriz. Fakat beslenmede karbonhidratı kesince bu sefer vücut protein ve yağ kullanmaya başlar. Bazı durumlarda epilepsi hastası olanlarda özellikle çocuklarda hastalığa çok iyi geldiği görülmüştür. Ve ketojenik diyet takip edenlerin de diğer diyet yapanlara göre daha hızlı verdiği de yapılan çalışmalarda ortaya çıkmıştır. Ama sorun şu ki: bu ne kadar kalıcıdır? Hayat boyu insanlar karbonhidratı hayatlarından çıkarabilecekler midir? Diyet zamanı bittikten sonra hızla kiloları geri almaya başlıyorlar çünkü hiçbir kalıcılığı yoktur.

    Yukarıdaki diyetler gibi birçok diyet sizlere sayabilirim. Her 3-5 senede bir yeni bir diyet moda oluyor ve zamanla bakıyorlar artık bu diyet ismi prim yapmıyor bu sefer isim değiştiriyorlar. Mesela Atkins diyeti sonra Dukan diyeti oldu, ardından ülkemizde Karatay diyeti diye geçti, en son ketojenik diyet dediler. Alkali diyet bir süre sonra çiğ beslenme  (raw food) diyetine kaydı, raw diyetin adı daha sonra detoksa dönüştü.... Gibi gibi gibi.......... Ama her ne kadar popüler diyetler de çıkarsalar sonuçta tüm bilimsel çalışmalar aralarında en sağlıklı ve kalıcı olarak yapabilecek beslenme tarzının Akdeniz diyeti olduğunu vurguluyor. Çok fazla dışarıda çözümü aramanın bir anlamı yok esasında. 

    Beslenme trendlerini genelde sanatçıları ya da ünlüleri kullanarak belirliyorlar. Mesela, Gywneth Paltrow çiğ beslenme üzerine sürekli yazdı, çizdi. Zaten böyle tanıdık kişiler bir tane tweet atsa dünyadaki beslenme trendi hemen belirlenmiş oluyor. PR şirketleri bu konuda çok akıllıca çalışıyorlar genelde. Kimi nasıl seçeceklerini gayet iyi biliyorlar.  Gywneth Paltrow zaten hayatı boyunca kilo sorunu olmamış bir kişidir. Aynı şekilde geçenlerde Gülse Birsel bir yazısından Karatay’ı öve öve bitirememiş. Ben çocukluğumdan beri protein ağırlıklı beslenirim ve hep de inceydim, demek ki Karatay haklı diye de sözünü bitirmiş. Düşünsenize, genler denen bir gerçek var, yaşam tarzı, maddi imkanlar vs vs vs. Yani bir insanın zayıflığını sadece beslenmeye dayamak ne kadar doğru olabilir? Kaldı ki zayıflık eşittir sağlıklı olmak demek değildir. Ama dediğim gibi PR firmaları çok güzel çalışıyorlar. 

    Doğru beslenmenin bu trendlerle hiçbir alakası yok. Zaten düşünürseniz bu tarz diyetler hep üst tabakaya hitap ediyor. Kaç kişi asgari ücretin 1600 lira olduğu bu ülkede protein ağırlıklı beslenebilir? Kaç kişi kilo kilo sebze alıp sularını sıkıp içebilir? Ne zaman bütüne hitap edebiliriz o zaman daha sağlıklı bir toplum elde edebiliriz. Bunları yapacak durumu olmayan kişiler de “Biz kilolu olmaya mahkumuz zaten” diyip hayatlarını sürdürüyorlar.

  • On binden fazla katılımcının olduğu bu dört günlük toplantıda en fazla konuşulan konular şöyleydi:

    1. Beslenmede kültürel ve yöresel farklılıklar

    2. Ketojenik diyet üzerine yapılan bilimsel çalışmalar

    3. Detoksa bilimsel açıdan yaklaşım. Detoks hakkında doğru bildiğimiz yanlışlar

    4. Sağlıklı bir beslenme düzeninde alkolün yeri 

    5. Otizmli çocuklarda beslenme düzeni 

    6. Sağlıklı yemek pişirme teknikleri

    7. Yeme bozukluklarında egzersizin yeri

    8. Mikrobiyota ve obezite ilişkilendirmesi

    9. Uykunun sağlıklı bir yaşam üzerindeki etkisi

    10. Diyetisyenler için farklı kariyer alternatifleri