Didem`in Dünyası

Sevgili diyetnedir.com okuyucuları,
Burada gittiğim beslenme konferanslarında öğrendiklerimi, günlük yaşantımdaki tecrübelerimi sizlerle paylaşıyorum.

Çocuk ve bebeklerle ilgili beslenme ve tıp alanında ilginç konuların yer aldığı bu konferansta en çok dikkatimi çeken konulardan bazıları şöyle:

1.  İsviçre otoritelerinin, vegan ailelerin çocuklarını 18 yaşına kadar vegan olarak yetiştirmemeleri ve hayvansal gıdaları vermeleri yönünde sürekli uyarmaları.

Çocukların çoğunda B12 vitamini eksikliği görüldüğü ve bunun da gelişimlerini olumsuz yönde ciddi bir şekilde etkilediğini.

Özellikle hamilelikte yeterince B12 içeren gıdalar almayan annelerin emzirdiklerinde bu durumun bebeklerde çok daha sık ve erken görüldüğü.

B12'nin vücutta kanın oluşması, beyin fonksiyonları ve sinir sistemi için kesinlikle gerekli olduğu. 

Genç yaşlarda eksik olan B12'nin ileri yaşlarda sinir sisteminde onarılamayacak hasarlara yol açabileceği.

Fransız vegan bir ailenin bebeğinin 11 aylıkken anne sütünden eksik gelen vitamin azlığından ve kilosunun çok düşük olmasından öldüğü.

2. Otizmli çocukların yüzde 23'ünde inek sütüne karşı alerji tespit edildiği. Eğer otizmli çocuğunuz varsa ilgili tetkikleri yaptırmak gerektiği.

Yapılan klinik çalışmalarda hamilelik öncesi ve sırasında alınan yeterli folik asitin ve dengeli beslenmenin otizmli çocuk doğurma riskini azaltabildiğini. Otizmli çocuğu olan annelerde sağlıklı çocuk doğuran annelere göre genelde daha az folik asit saptandığı. Otizmli bir çocuğa istediği bir şeyi çizmesi sorulduğunda bir ampul çizmesi ve neden olarak ta "İnsanların beni anlamaları için aydınlanmalarını istiyorum." demesi.

3. Bebek mamalarının GDO içerdiği, hatta organik Hipp markasında bile GDO olduğunun tespit edildiği. Aynı zamanda ek gıda bebek mamalarının organik olanlarının bile çoğunun içinde "sebzeli organik mama" diye yazmalarına rağmen içinde şeker ve pirinç olması. 

4. Yapılan klinik çalışmalarda alerjik astımı olan çocukların yüzde 21.5'inde inek sütü alerjisi ve yüzde 26.31'inde yumurta beyazı, çikolata ve yer fıstığı alerjisi saptanmıştır. Birçok alerjik rahatsızlığın daha çok batı hastalığı olduğu çünkü ailelerin çok hassas davranıp bebeklerini mikroplarla ufaklıktan tanıştırmadığı.

5. Çocukları fazla oyuncakla oynatmanın onların yaratıcılıklarını öldürdüğünü. Mümkün mertebe her şeyi keşfetmelerine izin vermek gerektiğini.

 

 

En son Şubat 2013'te Kaliforniya'da gitmiş olduğum Uluslararası Vejetaryen Beslenme Kongresi'nden öğrendiklerimi sizlerle özet olarak paylaşmak istiyorum. Her gün 20'den fazla konuşmacı/araştırmacı vejetaryen beslenme üzerine olan değişik klinik çalışmalarından bahsettiler. NELER ÖĞRENDİM?

  • Vejetaryen olmaya karar vermeden önce çok sıkı bir hazırlık yapılması ve bu konuyla ilgili yeterli bilgi sahibi olunması gerektiği.
  • Vejetaryen olmaya karar verip ama konuyla ilgili yeterli derecede bilgisi olmayanlarda karbonhidratlı gıdalara saldırı durumunun çok sık görüldüğü.
  • En fazla B12 vitamini eksikliğinin görüldüğü ve bunun dışarıdan takviye olarak alınması gerektiği. Hayvansal gıdaların dışında bu vitaminin başka yollardan sağlanamadığı. Ama konferansta yer alan Hintli bir profesöre göre vejetaryen ağırlıklı beslenen Hindistan'da B12 vitamini eksikliğinin çok fazla görülmediği, muhtemelen bunu yüzyıllardır tükettikleri baharatlardan çeşitli yollarla aldıkları ve genlerinin ona göre bu duruma alıştığının söz konusu olduğu. Bazen bilimin bile açıklayamadığı durumların ortaya çıkabileceği Smile
  • Vejetaryenlerin et yiyenlere göre daha sağlıklı olduğu, bu kişilerde diyabet ve kanserin vejetaryen olmayanlara göre çok daha az görüldüğü.
  • Vejetaryen beslenmenin tüm dünyada daha çok yaygınlaştığı. Eskiden uçaklarda vejetaryen menü istediğinizde önünüze yanınızdaki tabağın aynısının etsiz versiyonu konulurken, bugün artık özel menülerin hazırlandığı.
  • Etçil olup sonradan vegan olanların bir süre sonra bağışıklık sistemlerinin aniden çöktükleri ve tekrardan hayvansal gıdalar tüketmeye başlayanların oranlarının hiç te küçümsenmeyecek kadar az olduklarını
  • Konuşmacılardan veganların bile vegan olmayı önermediklerini çünkü uygulamasının çok zor olduğunu ve vücudun birçok vitamin ve mineralden eksik kaldığını.
  • Obezite oranının vejetaryen olmayanlarda çok daha yüksek olduğu.
  • Safrakesesi taşı riskinin obezlerde daha fazla olduğu.
  • Et tüketenlerde, katarak riskinin vejetaryenlara ya da sadece et yemeyenlere oranla çok daha yüksek olduğu. Veganlarda ise bu riskin en düşük oranda olduğu.
  • Düzenli balık tüketenlerde Omega-3'ten dolayı (DHA) daha az Alzheimer rahatsızlığının görüldüğü.
  • DHA'nın (Docosahexaenoic acid) balık dışında yosunda da fazla miktarda görüldüğü.
  • DHA tüketimi Akdeniz tipi diyette diğer diyetlere göre daha fazla olduğundan bunama riskini azalttığı. Fakat bu diyet egzersiz ile birleştirildiğinde bunama riskinin düşmesi konusunda çok daha iyi sonuçları alındığı.
  • Keten tohumu yağının beyin sağlığına iyi geldiği.

  • Vejeteryan diyetlerde kalsiyum, B12 ve D vitamini, çinko ve B3 yağ asitlerinin eksik kaldığı, bunlara dikkat edilmesi gerektiği.
  • Diyetinde düşük miktarda protein tüketenlerde en fazla kemik kaybının görüldüğü.
  • Balıkların içerdiği cıvadan dolayı zararlı olduğunu düşünüyorsak yanıldığımızı çünkü yararının zararından çok daha büyük olduğu ve balık yemeye devam etmemiz gerektiği.
  • Balıkta balık yağına oranla çok daha fazla D vitamini olduğu.
  • İçerdiği yüksek asit ve potasyumdan dolayı ne kadar çok kola içersek vücutta o kadar az kemik yoğunluğu olacağı.
  • Veganlarda yüksek tansiyonun çok daha az görüldüğü.
  • Tiroid hormonlarından T3 ve T4'ün üretilebilmesi için günlük en az 70 mikrogram iyot almamız gerektiği.
  • En önemli iyot kaynakları: süt ürünleri, yumurta, deniz mahsulleri ve iyotlu tuz.
  • Veganların idrarlarında düşük oranda iyot değerliği saptanıldığı.
  • Vücut kitle indeksi: Veganlarda - 23.6, Lakto-ovo vejetaryenlerde - 25.7, Pesko-vejetaryenlerde - 26.3, Semi-vejetaryenlerde - 27.3, vejetaryen olmayanlarda - 28.8.
  • Vejetaryenlerde yüksek kolesterol ve insülin direncinin daha az görüldüğü.
  • Çerezlerin (ceviz, fındık, badem vs) açlığı bastırmakta etkili oldukları, yeme isteğini azalttıkları ve doygunluk hissi verdikleri. Aynı zamanda kalp rahatsızlıklarına karşı önleyici olacabilecekleri.
  • Asya ve ABD prostat kanseri oranları karşılaştırıldıklarında: Çinliler'de ölüm oranı %1, Çinli-Amerikalılarda %8.9, Beyaz Amerikalılar'da %27.
  • 1 bardak inek sütünde 96mg emilebilir kalsiyum bulunduğu ama aynı oranı 1-1/2 bardak lahanadan veya 2 bardak brokoliden de temin edebileceğimizi. İlla süt içmemiz gerekmediği.
  • Meme kanserinin Japonya'da yaşayan kadınlarda çok düşük fakat Amerika'da yaşayan 3. jenerasyon Japon-Amerikalılar'da çok yüksek olduğu. Buradan yola çıkarak yaşam tarzının çok önemli olduğu ve sadece genlerimizin bize miras kalmadığını, aynı zamanda yaşam biçimimizin de miras kaldığı.
  • Asit oranı düşük olduğundan (%0.8'den yüksek değil ise) en iyi zeytinyağının ekstra sızma zeytinyağı olduğu.
  • Chia tohumlarının (henüz Türkiye'de yok) ne kadar faydalı olduğu. Demir, kalsiyum, potasyum, magnezyum ve lif oranlarının çok yüksek olup, keten tohumundan çok daha fazla Omega-3 içerdiği.
  • Zerdeçal, tarçın ve boyotu baharatlarının kan şekerini düşürmekte etkili olduğu.
  • BAHARAT isminin nereden geldiğini biliyor musunuz? Ben bilmiyordum, konuşmacı bir profesör sayesinde öğrendim. Baharatlarla ilgili konuşma yapan kişinin ismi Dr. Bharat B. Aggarwal'dı. "İsmi Baharat ve baharatlarla ilgili konuşacak diye içimden geçirdim" Sunumundaki ilk resim Türkiye'de bir baharatçının önünde çekilmiş resmiydi. Geçen sene Türkiye'ye gelene kadar o da isminin baharat anlamına geldiğini bilmiyormuş. Mısır çarşısına gidip her yerde baharat yazdığını görünce dayanamayıp sormuş. Konferans sonrası konuştuğumuzda Hindistan'ın eski isminin Baharat olduğunu ve muhtemelen biz oradan tüm bu baharatları getirirken oraya ait olduğunu belirtmek için baharat ismini vermişiz Sealed
Vejetaryen: Et veya diğer hayvansal gıdaları dinsel ya da kişisel sebeplerden dolayı tüketmeyen kişi. Bu kişiler genelde veganlara göre daha esnek olup süt ürünleri ve yumurta tüketebilirler.
Vegan: Tüm hayvansal gıda içeren besinleri tüketmeyen kişi. En katı grup.
Lakto: vejetaryen - Yumurta tüketmeyen ama diğer süt ürünlerini kullanan kişi.
Ovo-vejetaryen: Yumurta tüketen fakat süt ürünlerini tüketmeyen kişi.
Lakto-ovo-vejetaryen: Yumurta ve süt ürünlerini tüketen ama diğer hayvansal gıdaları tüketmeyen kişi.
Semi-vejetaryen: Genellikle vejeteryan ağırlıklı yiyen ama ara sıra hayvansal gıdalar tüketen kişi.
Pesca-vejetaryen: Balık dışında diğer et ürünlerini tüketmeyen kişi.
Her sene vejetaryen sınıfına farklı kategoriler eklenebiliyor.
 

Kongre'de konuşulanlar:

1. Yetişkinlik çağından itibaren kişiler her 10 yılda ortalama 2.5 kg alıyorlar.

2. Psikolojik problemlerden kaçmak için bazı kişilerde fazla egzersiz yapma eğilimi olabiliyor ve bu insanlar bir süre sonra egzersiz bağımlısı haline gelebiliyorlar. Vücut spor esnasında endorfin adlı kendimizi iyi hissettiren hormon salgılandığından, spor yapan kişi de bu hormonu özlüyor ve aşırıya kaçabiliyor.

3. Egzersiz için genelleme yapmak çok zor. Yapılan 12 haftalık düzenli egzersiz üzerine bir araştırmada herkesin vücudunda farklı değişimler ortaya çıktığı gözlemlendi. Bundan dolayı kişileri egzersiz konusunda belli bir kategoriye koymak çok zor. Her vücut çok farklı.

4. Egzersiz daha fazla açlığa yol açabiliyor ve dolayısıyla spor yapan kişiler de daha fazla yemek yeme eğilimi olabiliyor.

5. Düzenli egzersiz yapıldığı takdirde bir süre sonra vücut bu egzersiz temposuna alışıyor ve açlık hissi kaybolabiliyor.

6. İki grup arasında karşılaştırma yapmak için klinik bir çalışma yapılıyor. 1. Grup Diyet + Egzersiz yapıyor (haftada 3 yürüyüş) 2. Grup sadece diyet yapıyor. Bu araştırmanın sonucuna göre iki grup arasında kas kaybı, vücut ağrılığı, yağ yüzdesi ve bel çevresi incelmesinde belirgin bir fark görülmüyor. Sadece kalça çevresinde egzersiz ile daha fazla incelme görülüyor. 1. Grupta 7.15 cm kalçada incelme görülürken 2. Grupta bu oran sadece 4.84 cm'dir. Bu çalışmaya göre bölgesel zayıflamada egzersizin daha etkin olduğu gözlemlenmektedir.

7. Çocukların gelişiminde egzersiz beslenmeden daha önemli bir yer tutmaktadır.

8. İstanbul okullarında yapılan araştırmalarda çocukların %41'inde obezite görülmektedir.

9. Türkiye'de obezite oranı %35'tir.

10. Post menopoz zamanı kilo alımının önüne geçebilmek için mutlaka egzersiz ve diyet yapmak gerekiyor.

11. Kemik erimesinin önüne geçebilmek için Harvard maksimum 1 bardak süt önerirken Amerikan tarım bakanlığı her öğün bir bardak süt tavsiyesinde bulunuyor.   

En son Kopenhag'da 3 sene önce gittiğim Kuzey Ülkeleri Beslenme Konferansına (Nordic Nutrition Conference) bu sene Helsinki'de katıldım. Konferanstan öğrendiklerimi özet halinde kısaca sizlere bildirmek istiyorum. Ama ilk olarak benim için en can alıcı yerinden başlamak istiyorum. Bu yazıyı özellikle ufak çocukları olanların okumalarını tavsiye ediyorum.

Konferansın son günü beslenme bozuklukları üzerine olan 200 kişilik yatılı bir merkeze gittik. Sadece  hastaların dördü erkek, diğerleri hep kadındı. Genelde kadınlarda yeme bozuklukları daha sık görülüyormuş. 

Bu merkezin açılma sebebi, hastanelerin bu tip hastaları iyileştirmede yetersiz kalmalarındandır. Özellikle anoreksik olanlar hiçbir şekilde tam anlamıyla psikolojik olarak iyileşemediklerinden, hastanede kendilerine damar yolundan verilen besinler sadece kilo almalarına yarıyor, ama zihinlerini değiştirmelerinde yardımcı olamıyor. Wikipedia'da anoreksiya nervoza rahatsızlığı için şöyle bir açıklama yapılmaktadır: 'Özellikle genç kadınlarda görülebilen, yemek yememek, çok az uyumak, buna rağmen çok aktif olmakla beliren psikolojik bozukluk.'

Hastalar, merkezde iyileşebilmek için ortalama üç sene kalıyorlar. İlk bir sene dışarı çıkma izinleri yok denecek kadar az oluyor, çünkü dış dünyaya açıldıklarında eğer tam anlamıyla kendilerini hazır hissetmezlerse hastalıkları başladıkları noktalara geri dönebiliyor. Bu hastalığın tam anlamıyla nasıl olduğunu, ilerlediğini ve kişide ne gibi hasarlar bıraktığını anlayabilmemiz için 10'ar kişilik gruplara ayrıldık. Her grup için iki tane anoreksik olan kişi bizlerle hastalıklarını, neler yaşadıklarını ve hissettiklerini paylaştılar. İşte o anda bugüne kadar hep kilo sorunu olan kişilerle ilgilenen ve o tarz yerlerde çalışan ben, ilk defa gerçek hayatta anoreksik bir kişinin ağzından birebir neler yaşadığını duyuyordum. Adı Martta'ydı. O konuştukça benim gözlerim doldu. Nasıl yani? Nasıl olabilir böyle bir şey? dedim.

Martta beş yaşındayken doktora gidiyor. Doktor, annesine dönüp 'Kızınızın biraz kilo vermesi gerek' diyor. Kötü niyet yok tabii, kim der ki doktor böyle dedi diye bir çocuk anoreksik olacak? Ama Martta çok hassas bir çocuk. O andan itibaren hep aynanın önüne geçip karnına bakıyor: 'Karnım çok büyük, ufalmalı' diyor kendi kendine. Daha sadece beş yaşında! Sonra normal yediğinden az yemeye başlıyor kendince. 8 yaşındayken ailecek bir tatile gidiyorlar. Eve döndüklerinde Martta'yı tartıya çıkarıyorlar. Martta tatilde iki kilo almış. O akşam ailesi pizza yerken o sadece havuç yiyor. Sonra Martta kendine söz veriyor: 'Ben artık hiç çikolata, dondurma gibi tatlıları tüketmeyeceğim.' Eve bu tip gıdalar alınırsa kıyameti koparıyor. 8 yaşından itibaren bir daha hayatında ağzına bunları koymuyor. Ailesi ilk seviniyor: 'Ne güzel, dikkat ediyor' diye. Nereden bilebilirdiler ki Martta anoreksik olma yolunda?

Okulda ve diğer aktivitelerde çok başarılı olan Martta tam bir mükemmelliyetçiydi. Her şey ama her şey vücudu dahil olmak üzere mükemmel, kusursuz olmalıydı. Gittikçe daha da az yemeye başlıyor Martta. Sonra yatmak dışında oturamaz oluyor. Televizyonu ayakta izliyor, kitaplarını ayakta okuyor, çünkü oturursa pişmanlık duyuyor. Hareketsiz kalmak ona kilo aldırıyor diyor içindeki anoreksik Martta. Yedikleri o kadar azalıyor ki 10 yaşında hastaneye yatıyor. Orada zorla besliyorlar ama çıkınca yine yememeye başlıyor. En son tekrar hastaneye yattığında 15 yaşında. Boğazından boru geçirerek beslemeye başlıyorlar. Borular boğazını o kadar acıtıyor ki, borulardan kurtulmak için zorla yemek yemeyi kabul ediyor. Hastaneden çıkar çıkmaz tekrar yemeyi kesiyor. Günde 20 kez 30 kez tartılmaya başlıyor. En sonunda 16 yaşında okuldan ayrılıp bu merkeze gelip yatıyor, çünkü kim ne derse desin o kendini hep ŞİŞMAN görüyor.

Martta içinde iki kişilik olduğunu söylüyor. Ona hiçbir şey yememesi gerektiğini söyleyen 'anoreksik Martta' ve onunla savaş veren, esasında yemenin çok normal olduğunu söyleyen Martta. 24 saat bu çatışmanın ne kadar yorucu olduğunu, bir kere içinize bu anoreksik Martta girdi mi çıkmasının ne kadar zor olduğunu söylüyor. Birisi ona saçın çok güzel olmuş dediğinde ya da başka bir komplimanda bulunduğunda, anoreksik Martta diyor ki: 'Hımmm, demek kilo aldım, onu söylememek için böyle söylüyorlar.' 'Anoreksik Martta'nın' her söylenene bir cevabı ve yememesi için hep nedenleri var.

Bu merkezde hastalar tartıya çıktıklarında kaç kilo olduklarını sadece hemşireler görüyor, çünkü tartı onlar için bir kabus. Martta, üç ay sonra ilk defa ailesini ziyarete eve gittiğinde tartıyı arıyor ama bulamıyor. Aile bu sefer hazırlıklı, tartıyı saklıyorlar. Martta sadece merkezde yapılan yemeklere güveniyor. Dışarıda başka hiçbir yerde yemek istemiyor. Aile, merkezden liste alıyor ve yemekler ona göre yapılıyor. Martta tatilden sonra merkeze geri dönüyor. Daha henüz okula dönmeye ve dışarıdaki hayata hazır olmadığını görüyor. 'Bu öyle bir hastalık ki her yere her an taşıyorsunuz ve bir kere içinize girdi mi çıkması imkansız oluyor.' diyor.

Merkez yetkilisine soruyorum: 'Ortalama ne kadar süre kalıyor gelen hastalar?' Cevabı üç sene kadar oluyor ve merkezden ayrıldıktan sonra hastaların takiplerinin zor olduğundan, iyileştirme başarılarının ne kadar yüksek olduğunu bilmiyor. Hastaların çıkarken iyi hissettiklerini, belirli bir kiloya eriştiklerini ve bayanlarda regli durumunun düzene girdiğini belirtiyor. Fakat anoreksiyanın en ufacık bir sözle, yaşanan olayla tekrar harekete geçebileceğini sözlerine ekliyor. Genelde anoreksik olan kişilerin çok hassas, kırılgan ve mükemmelliyetçi bir yanları olduğunu söylüyor. Onların iyileşmesinde, merkezde psikiyatrist, hemşire, beslenme ve spor uzmanlarının uyumlu bir ekip oluşturması çok önemli rol oynuyor. Eğer etrafınızda anoreksik bir kişi tanıyorsanız, lütfen sadece hastaneye yatırmakla yetinmeyin. Onun iyi bir psikiyatriste, iyi bir beslenme uzmanına ve aynı zamanda da çok iyi bir spor eğitmenine ihtiyacı olduğunu muhakkak göz önünde tutun.

Martta'yla fotoğraf çektirmeye çekiniyorum. Onu rahatsız etmekten korkuyorum. Ama hayatında ilk defa böyle bir konuşma yapacağını söylediği anneannesi ondan bir grup fotoğrafı istiyor. Onun kamerasında çekiliyor. Rica ediyorum: 'Martta fotoğrafı bana e-mail atar mısın?' diye soruyorum. O da 'Evet' diyor. Gelmez diye beklemediğim resim geliyor. Yazının sonunda görebilirsiniz. (Benim yanımda inci kolyeli olan kişi Martta) Oradan ayrılmadan bana 'Lütfen başkalarına bu konuyla ilgili yardımda bulun. Bu çok zor bir hastalık' diyor. Hep obezite ile ilgilenen 'ben' için yeni bir ufuk, yeni bir kapı aralanıyor. İşte bu andan sonra 'İyi ki gelmişim bu konferansa' diyorum. Sadece bu konuşma nelere bedeldi benim için...

Konferansta başka neler konuşuldu?

  • Dietia (Diyet) kelimesinin Yunan orijinli olduğu ve yaşam tarzı anlamına geldiği. Yani diyete kısa dönemli bakmak yerine kelimenin hakkını vererek onu yaşam tarzı haline getirmemiz gerektiği.
  • Tabaklarımızda sadece yemek yemediğimizi, aynı zamanda birçok duygularımızı da yediğimizi.
  • 1797 yılında Dr. John Rollo'nun 2 diyabet hastasını düşük karbonhidratlı diyetle iyileştirdiği.
  • 1863 senesinde William Banting halka yaptığı duyurusunda kiloyu kontrol etmek için ekmek, tereyağı, patates, süt, şeker ve biradan vazgeçmeleri gerektiğini belirtmesi. Bu verilerden yola çıkarak esasında 'diyet'in yüzyıllardır bizimle olduğu Sealed
  • En iyi kilo verme yolunun yüksek protein ve düşük glisemik indeksli yiyeceklerin beraber tüketildiği bir diyet izlenerek gerçekleştiği ve başlı başına düşük indeksli gıdaların hiçbir şey ifade etmediklerini. Fakat sonuçta tüm dışarıda önerilen Atkins diyeti, İsveç diyeti, Ducan diyeti vs diyetlerin esasında ortak yönünün toplam günlük alınan kaloriyi düşürmekten geçtiği, yani hiçbirinin mucizevi bir durum yaratmadığı. Yüksek proteinli gıdalar daha tok tuttuğu için bu tip bir diyeti takip etmenin daha kolay olduğundan insanların bu tarz diyetlere yöneldiği. 
  • Ortalama yaşın 90 olduğu 200 kişilik bir huzur evinde Finlandiya'da yapılan klinik araştırmaya göre: 1. Yaşlılarda fiziksel aktivitenin artırılması 2. 60 yaşından itibaren herkesin günlük 20 mikrogram D vitamini alması  3. Ayda bir kilo kontrolü yapılmasının şart olduğu 4. Özellikle protein alımına dikkat edilmesi 5. Lif, vitamin ve mineraller için kan tahlili alınıp aralıklı zamanlarda kontrol edilmesi 6. Farklı yaş gruplarının farklı beslenme ihtiyaçları olduğunun göz önünde tutulması 7. Yaşlılıkta kadınlarda erkeklere oranla yüzde 30 daha fazla kas kaybının meydana geldiği, bundan dolayı bilhassa kadınların kas ağırlıklı spor yapmaları gerektiği ortaya çıkmıştır.
  • Diyetlerde fosfor tüketimi çoğalırken kalsiyumun azaldığının gözlemlendiği ve bunun da kemiklere zarar verdiği.
  • Katkı maddesi olarak fosfat birçok gıdada kullanıldığından farkında olmadan fosfor oranının kalsiyuma göre yüksek kaldığı; bundan dolayı fosfat içeren gıdalardan uzak kalmamızın faydalı olacağını.
  • Yüksek fosfatın böbreklerde hasara yol açtığını ve hiperparatiroid rahatsızlığı oluşabileceğini, aynı zamanda kalp ve damar hastalıkları riskini yükselttiğini.
  • 1985'te dünyada sadece 30 milyon diyabetli varken 2010'da bu sayının 285 milyona yükseldiğini ve bu hızla giderse 2030'ta bu sayının 438 milyonu bulacağını. 
  • İkinci tip diyabet için risk faktörleri: 1. karın bölgesinin kilolu olması 2. Hareketsizlik 3. Yağ ve doymuş yağ oranının yüksek olduğu bir diyet 4. Düşük lifli gıdaların tüketilmesi 5. Az kilolu ve ufak doğan çocuklar 6. Genetik faktörler
  • Her ne kadar genetik faktörler ikinci tip diyabetin oluşmasında risk faktörü oluşmasında risk faktörü yaratsa da, eğer yaşam ve beslenme tarzında doğru bir şekilde farklılık yaratılırsa bu riskin yüzde yüz önüne geçilebilir olması. LÜTFEN GENLERİMİZİN ARKASINA SAKLANMAYALIM!!!
  • İkinci tip diyabet olanlar neler yapmalılar: 1. Toplam kiloda en az yüzde 7'lik bir düşüş sağlanmalı 2. Haftada en az 150 dakikalık spor yapılmalı 3. Toplam yağ oranı günlük kalorinin yüzde 25'ini geçmemeli 4. Kaloride kısıtlanmaya gidilmeli 5. Tek kişilik danışmanlık alınmalı 6. Sebze ve az miktarda meyve ağırlıklı bir beslenme düzeni takip edilmeli 7. Yüksek lifli gıdalar tüketilmeli 8. Şeker ve beyaz unlu gıdalar ciddi oranda diyetten çıkarılmalı
  • Sigara içen annelerin çocuklarında daha fazla alerjinin gözlenmesi
  • Yapılan klinik bir çalışmada frenk üzümü çekirdeği yağının hamilelik ve emzirme sırasında kullanıldığında çocuklarda yüzde 30 daha az alerji görülmesi ama bu konuyla ilgili çalışmaların henüz yetersiz kalması.
  • 20 seneden beri kedi-köpek ve bu tip hayvanların olduğu ortamların alerjiye yol açtığı ve özellikle hamilelik esnasında bu tarz yerlerden uzakta kalınması gerektiği belirtilirken, şimdi tam tersinin kanıtlandığı klinik çalışmaların ortaya çıktığı. 
  • Hamilelikte D ve E vitaminlerinin az olmasının alerji riskini yükselttiği.
  • Çölyak hastalığının kısırlığa yol açabileceği.
  • Çölyak hastalarının yulafı tolere edebildikleri.
  • Glütene duyarlılığın, henüz kan yoluyla yapılan gıda intolerans testlerinde kanıtlanamadığını. Bunun için muhakkak ince bağırsaklardan parça alınıp biyopsi yapılması gerektiği. En azından şu an için insanların gıda intolerans testlerine körü körüne inanmamaları gerektiği.
  • Vücut kitle indeksi normal değerlerin (BMI) toplumlara göre değiştiği. Japonlar'ın BMI oranı 21'den az olduklarında kendilerini çok daha iyi hissettikleri. Bundan dolayı genelleme yapmamak gerektiği.
  • Obezite = yiyecek + çevre + davranış/tutum + genler
  • Protein tüketildiği zaman GLP-1 adlı tokluk hormonunun üretildiği ve bundan dolayı daha tok hissedildiği.
  • Karbonhidrat tüketildiği zaman ghrelin adlı açlık hormonunun bastırıldığı, fakat protein yenilene kadar tokluk hissinin tam anlamıyla gelmediği.
  • 2030 senesinde yemek yerine daha fazla yiyecek hapları yapılmasının planlandığı.
  • Hatta yiyecek haplarını basan bir yazıcı olabileceğini, kişi o gün fasulye yemek istiyorsa, o tuşa basıp onun hapını çıkartabileceği. (Aman Allahım oysa yemek yemek ne kadar büyük bir keyif. Böyle bir şeyi zaten olsa olsa sadece İskandinav ülkeleri düşünebilir Sealed)
  • Eskiden Amerikan Diyetisyenler Birliği'nin konferanslarında aşırı kilolu diyetisyenler olurdu, ama artık İskandinav ülkelerinde de aynı noktaya gelindiğini çok üzülerek belirtmek istiyorum.

Aşağı yukarı iki ay kadar önce New York'a, bu dünyadaki en yakın dostlarımdan birisi olan Adele'i ziyarete gittim. Onu her ziyarete gittiğimde çocuklarına hep değişik sağlıklı alternatifler sunduğunu görmemdir.

Bu gidişimde de farklı bir şey olmadı. Saat farkından dolayı herkes uyurken ben sabah 5:00'te uyandım ve Türkiye saati öğlen 12:00 olduğundan karnım guruldar şekilde buzdolabını açtım. Veee bir de ne göreyim 'hemp milk' diye organik süt var dolabın içinde. Hemen müsli aldım ve bu merak ettiğim süt ile karıştırdım. Tadı gayet güzeldi. Besin değerlerine de bir göz atayım dedim. Ama zaten eğer Adele'in buzdolabında yer alıyorsa sağlıklı olacağından hiç şüphem yoktu.  

Sabah Adele uyanınca, ilk işim kenevir sütünün dolaplarında ne aradığıydıSurprised 'Yoksa çocukların bundan dolayı mı sürekli mutlu mesut ortalıkta dolanıyorlar?' diye de bir espri yaptım. O da kenevir bitkisinden yapılan bu sütün esasında çok faydalı olduğunu, özellikle bir yaşındaki oğluna verdiğini belirtti. Çocuklar büyürken beyinlerinin gelişiminde yağ tüketimi çok önemli bir rol oynar. Fakat tüketilen total yağın ne tür olduğu çok önemlidir. 1 bardak inek sütündeki doymuş yağ oranı %28 iken marihuana sütünde bu oran sadece yüzde 5'tir. Doymuş yağ tüketiminin vücuda verdiği kalp rahatsızlıkları ve kanser gibi birçok zararlarını göz önüne alırsak ne kadar az doymuş yağ tüketirsek o kadar daha sağlıklı olabileceğimiz de bir gerçektir.

adele1 adele2      

İnek sütünde demir bulunmadığı gibi fazla tüketimi de vücuttaki demir emilimini azaltır. Oysa kenevir sütünde çok yüksek seviyede demir de bulunmaktadır. Birçok çocukta demir eksikliği yaşandığını göz önüne alırsak marihuana sütünün başka bir güzel tarafını daha görmüş oluyoruz.  

Kalsiyum ve protein oranlarının daha düşük olması benim için çok fazla birşey ifade etmiyor, çünkü çocuklar her zaman protein ve kalsiyum ihtiyaçlarını başka gıdalardan kolaylıkla temin edebilirler. Fakat demir ve sağlıklı yağ tüketimini karşılamak çok daha zordur.  

Henüz Türkiye'de kenevir sütüne rastlamadım. Ama belki bu yazıyı okuyan birisi böyle sağlıklı bir içeceği Türkiye'ye getirtir, ya da burada üretimini hayata geçirir.  

1 Bardak Kenevir Sütü          1 Bardak İnek Sütü
      110 kalori                               146 kalori
      7 gr yağ                                  8 gr yağ
      1 gr doymuş yağ                     5 gr doymuş yağ
      0 mg kolesterol                       24 gr kolesterol
      1 gr lif                                     0 gr lif
      5 gr şeker                              13 gr şeker
      5 gr protein                             8 gr protein
      %20 demir                             %0 demir
      %2 kalsiyum                          %28 kalsiyum